Türk siyasi tarihi üzerine araştırma yapanlar dolaylı olarak ordunun siyasete müdahale tarihini araştırmış olurlar. Osmanlı’nın son iki yüz yılından beri başlayan ordunun duracağı yeri bilememe problemi, yirmi yıl ara ile nükseden bir hastalığa dönüşmüştür. Şekilleri, destekleyenleri, darbe projesinin asıl sahipleri ve darbenin ülkeyi getirdiği noktalar tartışıla dursun; ülkemizin siyasi yakın tarihi darbeler çöplüğüdür. Darbe girişimlerinin başarılı olan son örneği 28 Şubat’tır. Başarısız olan/ya da bırakılan son örneği ise 15 Temmuz’dur. 28 Şubat darbe girişimi ile 15 Temmuz arasında varlık cihetinden bir ilişkinin olduğu çoğu araştırmacının gözünden kaçmışa benziyor. Bu varlıksal ilişkinin ne olduğunu esasında 29 Şubat’ın ne olduğunun anlaşılması ile mümkündür. Yani sorulması gereken soru; 29 Şubat’ta ne olduğudur.
Meseleye safları belirlemekle başlamak gerekiyor sanırım. 28 Şubat darbe girişiminde üretilen bütün deliller, bütün gerekçeler ve ülkenin kendisinden kurtarıldığı iddia edilen “irtica” belasının yalan olduğu ve toplumu yönlendirmek için projelendirilmiş çalışmalar olduğu artık aşikâr. Bu aşikâr oluş noktasında fazla cümle söylemek söz israfı olsa gerek. Ancak insanların yanardöner ahlâklarını takip etmek için süreçleri ve kişilerin tavırlarını dikkate almamız gerekiyor. Bütün merkez medya ve bu medyada kalem oynatanların tamamı, kelli felli diye hâlâ ortalıkta gezen gazetecilerin ekseriyeti, demokrasi savunucusu diye reklam çalışması yapan sözde aydınlar, meşhur beşli çete, iş dünyası örgütleri, medya patronları, sözde edebiyatçılar ve akademisyenlerin ekseriyeti tartışmasız olarak 28 Şubat’ta darbecilerle öyle ya da böyle birlikte hareket etmişlerdir nokta!!! Dolayısı ile ehli tarafından bilinen bu yanardöner ahlâka sahip kişilerin bugün söyledikleri hiçbir demokrasi cümlesi bizce muteber değildir. Aksine içlerinde düşmüş oldukları bedbaht durum için onlara sadece dua ediyoruz.
Aynı zamanda safların daha belirgin olması için açıkça ifade etmek gerekir ki GÜLEN HAREKETİ (o zamanki tabiri ile) 28 Şubat’ta darbecilerin yanında durmuş ve darbecilerden destek görmüştür. Bu tespitin en büyük delili dönemin Zaman gazetesinin utanç manşetleri ve Gülen’in TV programlarında ortaya koyduğu düşüncelerdir. 28 Şubat, Türkiye’de Gülen hareketine büyüme imkânı verdiği gibi, yurt dışında hareketin referansı da dönemin devletteki güç sahipleridir. Yani 29 Şubat’ın birinci kazananı tartışmasız yirmi yıl sonra ifşa olacak/oldurulacak FETÖ’dür. Bu kazanç son dönemde olan olaylar dikkate alındığında misli ile geri alınmak üzere sahipleri tarafından verilmişe benziyor. Bizim malum grup için söyleyebileceğimiz şey; devlet büyükleri içtihatta bulunmuşlardır. Doğru ise iki sevap, yanlış ise bir sevap alacaklar muhakkak. Süreçler iki sevap aldıklarına işaret ediyor ancak!!!
29 Şubat’ın kuşkusuz ikinci kazanı dönemin iktidar partisi içerisinden devşirilen Yenilikçi Hareket’tir. Bu hareket bazı noktalarda planlamaları zorlasa da 29 Şubat günü Türkiye’nin geleceğine hazırlanmıştır. Bu noktada da tartışmak, sözü uzatmak abestir. Şek ve şüphe olmaksızın söylemek gerekirse 20 yıllık süreçlerdeki (Yenilikçi Hareket’in kıvrımları paranteze alınmak kaydı ile) 29 Şubat’ın en büyük kazananı Kendileri’dir.
Böylece 29 Şubat’ın iki kazananı ifade etmiş olduk. Ne gariptir ki bu iki kazanan yirmi yıl sonra karşı karşıya getirilecek ve birbiri ile amansız bir çatışmaya sürüklenecektir. Bu çatışmanın yakın tarihimizde karşılığı MİT krizi, 17 ve 25 Aralık soruşturmaları ve nihayet 15 Temmuz girişimidir. Bu noktada sorulması gereken soru; 29 Şubat’ın iki kazananının neden iki azılı düşmana dönüştüğüdür? Bu konuda birçok cevap vermek mümkün ancak makul sayılabilecek yahut üzerine konuşmaya değer birkaç sebep tespit etmek yerinde olacaktır.
Düşmanlığın birinci sebebi; Her ikisine de 29 Şubat kazancını sağlayan güçlerin artık her ikisinin düşman olmasını takdir etmesidir. Neticede bütün süreçlerin kaybedeni vatan ve millet, kazanı ise proje sahipleridir. Bu durumda farkında olsunlar ya da olmasınlar, kazançlı kardeşliği sağlayan güçler düşman kardeşler olmalarını istemiş olabilir. Bu durumda herkes kendi görevini hâlâ ifa etmektedir.
Düşmanlığın ikinci sebebi; 29 Şubat’ın kazançlı kardeşlerinden birinin aslında 29 Şubat’ta kaybettiğini idrak etmesi ve kardeşliği ne pahasına olursa olsun bozmasıdır. Bu durumda on yılı aşkın süren kazanç kardeşliği, kardeşlerden birinin kandırıldığını fark etmesi ile bozulmuş, kazancı sağlayan güçler kardeşliği bozanı sürekli cezalandırmaya başlamıştır. Bunu yaparken de sadakatinden hâlâ şüphe etmediği diğer kazanan kardeşi kullanmaktadır. Gezi olayları, MİT krizi, 17 ve 25 Aralık soruşturmaları ve nihayet 15 Temmuz girişimi kazanan kardeşlerden birinin aslında kandırıldığını anlaması ile kavgaya dönüşen ve diğer kardeşin kullanılarak sürdürülen ihanetin görünen yüzüdür.
Düşmanlığın üçüncü sebebi; matruşka teorisidir. Matruşka, Rus oyuncak bebektir. Bu anne bebeğin içerisinden bir bebek daha çıkar. Onu açarsanız ondan da bir bebek çıkar. Onu da açarsanız ondan da bir bebek çıkar. Bu durumda kim bebek kim anne işi çözülemez bir hal alır. Yani 29 Şubat’ın iki kazanan kardeşlerin aslında bir tanesi en başından beridir kazanmadığının ve kaybettiğinin farkındadır. Aslında diğer kardeşin bir ihanet içerisinde olduğunun her şeyden öte gerçekte öz kardeş de olmadığının farkındadır. Bu farkındalığı yıllarca saklamış ustalıkta kardeşlik numarası yapmıştır. Neticede zamanı gelmiş ve haine hain, zalime zalim denilmeye başlanmıştır. Bütün olanlar bu dik duruşa geçişin faturasıdır. Dolayısı ile aslında olan bir Milli Mücadele’dir. Burada tıpkı Rus matruşka bebekte olduğu gibi oyunu kuranın kim olduğu, piyonun kim olduğu belirsizdir.
Süreç gerçekten matruşka teorisinde olduğu gibi midir? Yoksa süreç başından beri kurgu mudur? Ne olursa olsun söylenecek söz en başından matruşka bebek içine girmek kesin olarak
yanlıştır.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.